23 Nisan 2012 Pazartesi

Onderbergen.


Tüm gecenin nöbetini tutmak neden bana kaldı? Kafka ribat derken bunu bir ben mi alındım üzerime? Ne zamandan beri sorunlarınızın üstesinden uyuduğunuz odanın ışığını kapatarak geliyorsunuz? Sizi bahar geceleri patlayan sağnaklara bağışlayacağımı da nereden çıkardınız? Açsanıza gözlerinizi! Sözlerinize açıklık katsanıza!

Bakmayın hummalı bağrışlarıma, boğazımı kurutan bu yabancı sigaradan hırçınlığım. Ha birde şey var, bünyemde yapılmış harf ve anlam ve lügat inkîlabı. Tüm mesele bu değilse bile meseleyi tümleyen önemli bir sancı. Kendimi 20'lerin nurtopu Türkiye'si gibi hissediyorum bir süredir. Tümel yargılara tekil sancılardan ulaşılabiliyormuş, bunu da yazdım bir kenara. Söyleyecek sözü olmak yetmez! Söyleyen yerlerin varlığı da yetmez söz söylemeye!

Bir süredir aklımda birşey yok. Gandalf Saruman'ın esaretinden kurtulduktan sonra şöyle deseydi hiçbirimiz yadırgamazdık; "kulenin tepesinde esirken ben, düşünmek için çok fırsatım oldu!" Senaryo icabı böyle bir replik yaşanmadı. Ama yaşansaydı kimse bundan rahatsız olmazdı. Biri çünkü- ki bu Gandalf olmak zorunda değil- dese ki düşünmek için çok fırsatım oldu, hemen biz onun o fırsatı düşünceye çevirdiğini varsayarız. Ancak düşünmek için fırsatı olmak ta yetmez düşünmeye, tıpkı söyleyebilmek için söyleyecek sözü olmanın yetmediği gibi. 

Mikro-kredi ya da diğer kırsal kalkınma aygıtları nasıl ki yoksulluğu ortadan kaldırmayı hedeflemiyor, aksine yoksulluğu sürdürülebilir ve katlanılabilir bir durum olarak daimi kılmak istiyorsa, ben de bazen aslında görünen maksatlarımı diğer gizli gündemlerimi örtmek için kullanıyorum. Ben ve mikro-kredi gibi kırsal kalkınma aygıtları arasında bir benzerlik kurmak için artık yeterli sebeplere sahipsiniz. Üstelik mikro-kredi uygulamasının, kırdan kente doğru murat nehri debisiyle akan tutucu ve koyun kokan insanları durdurmak gibi bir amacı da söz konusu iken, sizi benim hakkımda bir kez daha düşünmeye davet ediyorum, yoksa salık veriyorum mu demeliydim?

Nepal'e gitmek düştü aklıma, bir süredir kendimi Nepal'e giderken buluyorum. Gitmesi kolay, gitmesi ucuz, gitmesi otantik, gitmesi bla bla bla diye sebeplerimi hazırladım. Önce dönüp sonra gitmeliyim ama Nepal'e. Önce dönmenin hazzını kusacak kadar yaşayıp sonra gitmeliyim Nepal'e. Nepal ve benim aramdaki benzerlikler de dikkatinizden kaçmadı ya? 

-şimdi biraz daha zorlayacağım-





Birazdan hayatın hakikatine ilişkin ibretlik tesbitlerle başbaşa kalacaksınız. Lütfen  dehşete kapılmayın. Bu hakikatlerle karşılaşmak ama birazdan denizi görecek olmakla aynı şey değildir. Çünkü deniz bir hakikat değildir. 

Sahi hakikat nedir?

Hakikat sahi nedir?

Hakikat ebemizin amıdır. Hangimiz ebemizin amı ile karşı karşıya kaldığında dehşetle yerinden irkilmez ki? Ama sakin olmalıyız. Cinsel uzuvlar hep ürkütücü olmayabilir, hep çirkin olmalarına rağmen.

Mesele şu; 

"herkes herşeyin farkında" ilkesinden hareket etme zorunluluğu bizi kaçınılmaz olarak hakikatle yüzyüze bırakmakta. Akli melekeleri yerinde olan, insan olabilmek için yeterli kromozomlara sahip, şarap ve kadından aldığı hazzı şiirden de alabilen ve düzenli olarak çelişirken hayata ilişkin soğuk ya da sıcak gerçekleri anımsayabilen her birey "olup biten herşeyin" farkındadır. Ancak olup biten herşeyin farkında olan birey olabilmek bizi  özel kılmaz. Bizi özel kılsın istiyorsak bu farkındalık bir adım öteye geçmeliyiz. Bir adım öteye geçmek kısmını biraz açmak belki yerinde olacaktır. 



Farkındalığın bir adım ötesine geçmek nasıl mümkün olur peki?Sözgelimi doğrusorularısoramayanadam adında bir adam olsun ve bu adam akıllı, kafi derecede kromozomlu, şiirsever ve düzenli çelişik olsun. Yani adam herşeyin farkında ancak bir adım öteye geçmek istiyor, istiyor ama nasıl?

Bir adım öteye geçmeyi neden ister adam? Kendini özel hissetmek için mi? Bu çıkış noktası hepimizi kapsamayabilir. Kendini özel hissetmek hepimiz için cezbedici bir itici güç olmayabilir. O halde kaplamı geniş bir katalizör ihtiyacı hasıl olmakta. Ne olabilir bu? Hah; ahlaklı olmak. Evet ahlaklı olma çabası, farkındalığımızın ötesine geçmek için iyi bir gerekçe ve hemen hemen hepimizi bir adım öteye geçmek konusunda tetikleyici bir unsur olabilir. Evet hepimizi doğrusorularısoranadam'larıda, eşcinsel ya da ara formları da ve hatta zorbaları da.


Şimdiye kadar ki kısmı, "herşeyin farkında olan insanlar varoluşlarına ahlaki bir görünüm kazandırmak için bir adım öteye geçmek isterler" biçiminde özetleyebiliriz.


Devam.


Farkında olduğumuz gerçeklerin gerekliliklerini yerine getirmek zorunluluğu etimizde çıkan şirpençe'ye benzer. Şirpençe can yakar, o halde farkında olduğumuz gerçeklerin gerekliliklerini, boynumuza yüklediklerini yerine getirmeliyiz ki etimizde çıkan ve canımızı yakan şirpençeden kurtulabilelim. İnsan bu his-eylem dizilimiyle gadanallah deyip yola çıkar. Nereye? Bir adım öteye.


Peki. Lütfen bu durumu vulgarize edip bir örnekle açıklayabilirmiyim? Tabii, tabii, biz bunları konuştuk ama evet örnek vermek daha anlaşılır kılabilir bu iddiayı evet.


Yeter.














20 Aralık 2011 Salı

İnsan insana değil ama.

İnsanın insanla ilişkisi, deniz'in Nil'le, yağmurun tenle kurduğu ilişki gibi değil. Nil denize, yağmur tene. İnsan insana değil ama.


Uç benim boynumun soytarısı 
kirle her cemreyi bana doğru olan 
unuttum güçbela soluyan perdeleri 
dudaklarımı ısırdıkça kabaran akşam 
unuttum onu da. 
Zaten bir tanım değil midir 
tavsayan düşüp kalkmalara 
hüznün hacanası diye bildiğim akşam 
bir tanım değil midir o kıyısız ellerimiz 
fırça çekmeye doğru ölümün bacısına 
parmak atmaya doğru şiir okuyaraktan 
aşk -bir tanım değil midir- 
kusturucu güzellikler ardından. 
Her tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde 
azgın atlar boşandıkça sesimin avlusundan 
uç benim boynumun soytarısı 
dölle ovalı yüreğimi akarsuyunnan 
göğsümde serinleyen akçıl kuşların 
esirgeyen bağışlayan DİRENME'nin adıyla 
indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan 
indir, indir de 
geceleyin dupduru bir iniltiyi 
bağrımdaki sağırlıkla değiştirmeye doğru- 
Fırlamayım, bıktım tanımlanmaktan. 
Leş yiyen akçıl kuşları sevrim çünkü 
akçıl gçmen kuşları çünkü 
çünkü özentisiz taşra yanakları 
gibi çarşılara ilşkin 
firegili göklerin altında olmak gibi 
yatırları severim 
paskalya tatilini. 
Her tanım zorlu kilitlerdir belki de 
çaput yıldızları aşka dayalı duran 
uç benim boynumun soytarısı 
böğrümde avrupalı atları koşuşturan 
aşkım, tanımım, yanaşmam. 

2 Ekim 2011 Pazar


mevlana, seni sevmiyorum.

Söküklerini dik sözlerinin, dilini kalbine yanaştır; dilinle söylediğini kalbinlede söyle. Kalbinden geçmeyeni diline değdirme...

Ya kalpten geçen dile değemiyorsa mevlana? Bana bunun cevabını ver. Öküz.

15 Eylül 2011 Perşembe

Ya kendin öp ya da kendini bana öptür.



Son gün.

Yarın sabah İstanbul'dan uçağa bineceğim. Arjantinin başkenti Buenos Aires aktarmalı olarak bir yere gideceğim. Nereye olduğunu halâ bilmiyorum. Bildiğim iki şey var,  yarın gidiyor olduğum ve uçağımın doğrudan değil, Buenos Aires üzerinden gideceği, nereye olduğunu bilmediğim yere. Tüm hazırlıklarımı yaptım; havlular, yazlık, kışlık ve mevsimlik her türden kıyafet, ipekli libas, yün çorap, saten gecelik, iç gıdıklayıcı iç çamaşırları, bunu giyinen insan seks edemez dedirten türden uzun ve yarı-uzun donlar, yöresel yelekler, Stalin tarzı takma bıyıklar, Chaplin duvar saati, geceleri onsuz uyuyamadığım peluş ayıcığım, Mardin'de bir kiliseden aldığım hazretim İsa figürlü çaput, üniversiteye başladığım yıl aldığım kazak, diş fırçalarım, diş iplerim, pazen elbisem, ikinci elcilerden topladığım eski tişörtler ve Arturo Bandini'nin uzaktan annesinin ördüğü battaniye mi yoksa yatak örtüsü mü olduğu belli olmayan örgü ve aklıma şimdi gelmeyen bir sürü şey daha. Büyük yeşil bir valize sığdırdım hepsini. Gitmek için hazırım. Yapmam gereken son birkaç şey daha var; kısmen büyük bir market bulup zeytin almalıyım, ha bir de internet cafe'den, bazı çıktılar almam gerekiyor, uçuşla ilgili bana gerekecek olan. 


Sonra kuğular geldi aklıma. Bunun kadar anlaşılır bir şey olamaz; bütün kuğular beyazdır ve beyaz kuğularla anılan ülkemin hatırasını, neresi olduğunu bilmediğim yerde canlı tutmak için, kuğuları görmek isteyişim kadar anlaşılır bir istek olamaz bence. Ruhum, bütün beyaz kuğuları görmek için can atıyor. Ayrancı hududundan saptıktan sonra, Midyat dolaylarına varmadan önce ülkemin bütün beyaz kuğularını görmek için bütün beyaz kuğulu parka gittim. Onlara hasretle ve acıyarak baktım. Onlara acımamın sebebi beyaz oluşları ya da uçamayacak kadar büyük oluşları değil. Onlara acıdım çünkü yazık. Onlara çok yazık. 


Ardından merdivenli yoldan Fransız büyükelçiliğine gidip, büyükelçi ve konsolosluk çalışanlarıyla vedalaştım. Bir müddet ülkemden, nazlı yarim ülkemden, koca memeli ülkemden, uzaktan bakıldığında devenin götüne benzeyen ülkemden, Hrant Dink'in öldürüldüğü ülkemden, herkesin bilincinin yaralı olduğu ülkemden, nehirlerinden irin akan ülkemden uzak kalacağımı söyledim. Üzüldüler. Üzüntüleri kısa sürdü, dönecek oluşum hemen toparlanmalarını sağladı. Beni türk usullerine göre uğurladılar. Yani ardımdan bir tas ayran döktüler, ve yine türk adet ve göreneklerine uygun olarak, ardımdan hep birlikte kaka yaptılar. Çünkü inanışa göre, nereye gittiğini bilmeyen insanların ardından bir tas ayran döküp, yolun ortasına kaka yapmak, gidenin işlerinin rast gitmesine ve gidenin gittiği yerde çok para ve şöhret kazanmasına vesile olurmuş. Ardıma baktığımda, kaka yapan konsolosluk çalışanlarını ve fransız büyükelçisini gördüğümde gözlerim doldu, hızlı adımlarla uzaklaştım oradan, çünkü ortalığı kesif bir bok kokusu sarmıştı. Gelenekler ne tuhaf.


eve döndüğümde eniştemler ya da dayımlar bizdeydi. Ya da diyorum çünkü eniştemi ve dayımı birbirinden ayıramıyorum bazen. bu an'lar genelde nereye gittiğimi bilmediğim zamanlara denk geliyordu. Dayım ise eğer bizde olan beni uğurlamaya gelmişti. Oturduk, eski anılarımızdan bahsettik, benim küçük bir çocukken yaptığım haylazlıklar ve şımarıklıklardan söz edip eğleştik, yeri geldi ağlaştık. Canım dayım.


Yok eğer bizde olan eniştemdi ise; bana verdiği borç parayı istemeye gelmiş. 100 amerikan doları almıştım ondan, üniversite zamanında harç param denk gelmediği için. Neresi olduğunu bilmediğim yere gideceğimi duyar duymaz soluğu bizde almış, nereye gittiği belli değil, o halde kesin dönmez diye düşünmüş. Ben de hemen AB ofisinin bana verdiği 42 bin avrupa euro'sundan bir deste çıkarıp yüzüne fırlattım. Havada iken sayabildiğim kadarıyla 450 avrupa euro'su fırlatmışım. Al dedim, siktir git dedim. Bir daha bizim evin önünden geçme dedim. O da saçılan paraları toplayıp, bana sarıldı, kendime dikkat etmemi, ve ne zaman bir şeye ihtiyacım olursa, neresi olduğu belli olmayan yerde, kendisini aramamı tembihledi. Uzun uzun sarılıp ağlaştık, vedalaştık. Benim hatırladığım kadarıyla bunlar oldu. 


Uyandığımda üzerimde hiç birşey yoktu. Çok üzüldüm. Samsung marka pili şarj tutmayan dizüstü bilgisayarımdan saate ve facebook'uma baktım. Saat sabaha karşı idi. Saatin sabaha karşı duruşu bazen anlam veremediğim bir şey. Saatler sabaha neden karşı olur ki? Sabah olsun istemez mi saatler? Neyse. Facebook'umda 3 mesaj, 2 de bildirim vardı. Mesajlar versus kitap, roger waters fan page ve pink floyd sayfalarından gelen güncelleme haberleri ile ilgiliydi. Bildirimler ise, birileri bana dair bir şeyleri beğenmiş. Ne tuhaf bir ilişki biçimi bu. 


Tam bu esnada neden çıplak olduğumu hatırladım. Tedirgin uyumak istiyordum, sürekli regl halinde olan ülkemdeki son gecemde. Duş almıştım uyumadan önce. Duş alırken, bedenime çarpıp, çamaşır makinasının üzerine sıçrayan su damlacıkları beni çok derin duygulara sevk etti. Tenime çarpan su damlacıkları yoksa..neyse daha fazla erotizmin alemi yok. Duş bittikten sonra, banyonun zeminine biriken suyu çekbas ile gidere doğru ittirdim. Banyo tertemiz oldu. Ve tam o an o gece üstsüz uyumaya karar verdim. 


Ve o an gelmişti. Kibariye'nin annesinin pek te muhabbet beslemediği şöferin götüne benzeyen ülkemdeki son masturbasyon an'ı ile başbaşa kalmıştım. Bunu yapıp yapmama konusunda çok kararsızdım çünkü son zamanlarda böyle şehvet dolu an'larda aklıma somalili aç insanlar ve hani şu şey varya akbabanın bir çocuğu yemeden önceki son karesi hah işte o fotoğraf geliyor. Alexis ya da Sasha'nın yüzü silikleşiyor, Deniz Baykal'ın pantolon giyme sahnesi beliriyor zihnimde. Yine bu sahnelerin doluştuğu zihnimde çoğalma hissi değil hayatta kalma ihtiyacı kendini hissettirdi. Kalktım, mutfağa gittim, buzdolabının kapısını açtım - buzdolabının kapısını daha önce hiç anadan üryan açmamıştım - kendime biraz üzüm ve yoğurt çıkarttım. Yedim. Oracıkta uyuya kalmışım. 


Uyandığımda başımda bir sürü insan vardı. Hepsi, sabah ereksiyonunun bu kadar şiddetli olabileceğini hayal edemeyen bakışlarla beni süzüyorlardı. Elime geçirdiğim bir levye ile hepsini savuşturdum. Biri hariç. Gitmek istemiyordu. Yalvaran gözlerle bana bakıyor, ne olur yanında kalmama müsaade et diyordu. Müsaade ettim. Oturduk. Gençlik anılarımızdan ve  hızlı trenin yuh ebesinin amı bu ne hız böyle, hızından bahsettik. 



Ve aktarmanın nereden olacağını bildiğim ama son durağın neresi olduğunu bilmediğim yolculuk an'ı gelip çatmıştı...

28 Ağustos 2011 Pazar

gözlerine temas etmek istiyorum, boynunla kontak kurmak.

terlikler çok çeşittir. banyo terliği, damat terliği, içeriterliği, dışarı terliği. birde üçgenler vardır; dik üçgen, moloz üçgen, bermuda şeytan üçgeni. aklımı seveyim.
komşular vardır, uyumayan, maydanoz isteyen, çok çocuklu.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Bu aşkın aslı sende kalsın, nüshasını bana mail atarsın.


I
Spencer'dan etkilenmişim de haberim yok. Bende her disiplinin kendi dilini/terminolojisini yarattığını düşünüyorum. Ancak bilim ederken kullanman gereken dil, gündelik diline sirayet ediyorsa, bu bazen, insanı pis ediyor, çirkin ediyor. Bu pis ve çirkin oluştan mütevellit dil konusunda -gündelik ya da değil- daha temkinli olmalıyız. 


II
2 çocuğu sünnet ettiler. Sünnet olmak oldukça ilginç bir ritüel sevgili gakkolarım. Daha doğrusu bağrında çok çelişki barındıran bir ayin. Halk arasında muhtelif biçimlerde anılan - pipi, çavuş, horoz, kamış, satır, kobra, vd. ( daha ahlaksız ve imansız insanların pipiye taktıkları başkaca isimlere biraz utandığım için burada yer vermeyeceğim) erkeklik hedesinin muhtelif nedenlerden dolayı biraz kısaltılması ya da biçimlendirilmesi olarak tanımlayabileceğimiz sünnet ritüeli, bu coğrafyada ( kıta avrupası ve güney amerikanın kuzey kısmı hariç olan her yer yani) bence çocuklardan alınan bir çeşit intikam biçimi. Üzerinde etraflıca düşünmedim ancak, sünnet olayının iyi niyetli bir çaba olduğuna inanmıyorum. El kadar, tüyü bitmemiş bebelerin pipilerinden kesmek ve bunu yaparken sürece bir düğün havası katmak çok anlaşılır birşey değil bence. 

III
Paletlerim olmadan yüzerken ben hiç mutlu olamıyorum. Erken yoruluyorum, yüzme yarışlarını kaybediyorum, iyi dalamıyorum, fok taklidi yapıp dikkatleri üzerimde toplayamıyorum. Dün akşam mudanyada yüzerken de hiç mutlu olamadım ama yinede yüzdüm. Hazırlıksız gittiğim için astarsız ve oldukça uzun kürt kırmızısı bir şort ile yüzmek zorunda kaldım. Paletlerimin olmayışı ve şortumun aşırı çirkin oluşuna rağmen denizin içinde olmak çok orjinal bir duygulanım benim için. Mesela karaya doğru değil de açığa doğru yüzerken aklıma birsürü şey geliyor. Yanlarımda köpüren su, denizden gelen koku, genzimi yakan tuz, kulağımın bazen tıkanması, gözlerimin kızarması, özellikle el ve ayaklarımın suda bekletilmiş fasulye gibi şişmesi, evet tüm bunlar aynı anda gerçekleştiğinde, karaya doğru değil açığa doğru yüzerken, ben başka alemlere zerkoluyorum. Denize olan teveccühümün altında yatan sanırım en önemli neden bu, bana başkaca alemlere zerkolma imkanını sunması. Denizin çok kibirli, şımarık ve küstah olduğunu düşünüyorum mesela. Dalgaların karaya ve karadaki kayalara bir sarkıntılık ve istihza dolu edasıyla vuruşu ve hiç istifini bozmadan bunu tekrar edişi, karaya ve kayalara üzelmeme, denize ise kızmama neden oluyor. Sonra kara ve deniz arasındaki bu eşitsiz ilişki beni, hayata karşı açık ya da gizli özne olmayı düşünmeye zorluyor. Çatı meselesi. Etken ya da edilgen oluş falan. Sonra kendime  pay çıkarıyorum, denizden daimi sarkıntılığı, kara ve kayadan ise sonsuz direnci öğreniyorum. Dün gece denize karşı durup, ama tam çizgide, yani denizin sarkıntılığının bittiği, karanın hakimiyetinin başladığı o ince çizgide durup tribe girdim; you shall not pass dedim denize. Geçemedi. And the oscar goes to me.




IV
Hayata karşı Bursalı olmak bazen ima dolu gözlerin kısılarak size bakmasına neden olur. Bundan şikayetlendiğim yok. Şehir güzellemeleri yapmak çok tuttuğum bir şey değil. Ama sözkonusu burası/bursa olduğunda evet güzelleme yapmak kaçınılmaz oluyor. Neyse. Mudanyada kafi derece yüzdükten sonra, küçük burjuva yaşam koşullarımın da bana verdiği yetkiye dayanarak aymaz bir tavır takınıp yaklaşık 60 Km yol katedip uludağın zirvesine çıktım. Çıkarken tarihi çınara uğrayıp gözleme, ballı meyve tabağı yedim, çay içtim çınarın altında. Ben neler yedim, ben neler içtim bak hala burdayım. Siz bilmezsiniz Bursayı, uludağı da. Ben bilirim. Zirveye çıktığınızda, "bakacak" denen yere giderseniz eğer, gözlerinizin elf gözü olduğunu düşünürsünüz. Bakacak'tan baktığınızda tüm dünya görünür sanki. Bende gece saat 3 olduğunda bakacak'tan baktım. Karanlık olmasına rağmen hemen hemen tüm dünyayı gördüm elf gözlerimle. Sonra sıkıldım. Keşke Ankara Pasajda olsaydım dedim. Eve geldim. Eve gelirken ben düşünemedim ama. Neyi mi? Bazı edepsiz çocukların hemen her şeyi bir mizah unsuru olarak diline dolayacağını. Buradan çocuklara bir beddua ile sözlerime son vermek istiyorum. Umarım sonsuza kadar sünnet olursunuz. Düğün havasında.

21 Temmuz 2011 Perşembe

Maksimum Gorki.

hayır, hayır. 
Çiğköfte, beklediğim işaret olamaz.
Tanrı'nın çiğköfte üzerinden bir mesaj verebileceğini sanmıyorum. Daha ciddi metaforlar yaraşır tanrılık makamına.
Örümcek ağı ile gizlenen bir giriş mesela bence oldukça etkileyici.
Sıddık ya da emin veya ilk inananlardan olmayışım, daha ciddi bir işareti haketmediğim anlamına gelmez.
İşin aslı işaret ile ilgili birkaç sorun daha var, bunları şu şekilde sıralayabiliriz;


-Tanrı tarafından şahsıma gönderilmiş olan işaretin "bana" verildiğini nasıl anlayacağım, yani örneğin işaret bana değilde aslında kamboçyalı bir değenekçiye ya da mithatpaşalı bir torbacıya gelmiş ise ve ben bunu anlamamış, işareti üzerime alınmışsam eyvah. Hayatımın geri kalanını kamboçyalı bir değenekçinin kaderini çalarak yaşamak istemiyorum.


-Tanrı tarafından şahsıma gönderilmiş olan işareti nerede aramalıyım ki bulayım sorusu var bir de. Kendi rüyalarımda bu ara işarete konu olacak bir içerik yok. O halde başkalarının rüyalarına mı bakmalıyım? Bu sorunda da KDP (Kamboçyalı Değenekçi Paradoksu) ile karşı karşıyayız gördüğünüz gibi.


-Diğer bir husus ise tanrı tarafından şahsıma gönderilmiş olan işaretin lisanı. Gerçi bu biraz daha az ciddi bir sorun, tanrının türk ilinde urduca ya da sanskritçe bir işaret vereceğini ben de düşünmüyorum. Anadilde iman edişi hep savunagelişim boşuna değil aslanım.


İşarete ilişkin gündemin günden güne daha az yoğun bir biçimde hissediliyor olması tarafımdan, iyiye işaret.


Geçtiğimiz akşam-gece, hayatımın erkeklerinden birisi ile çok şiddetli farkedişler yaşadık. Farkedişlerimizin senkronu, ruhumuzdaki tesirinin eşşiddetli oluşu büyük haz doğrusu. O gece defaatle sarıldık birbirimize, farkedişlerimizin bizi birbirimize daha çekici kılmasını fırsat bilip. Sonra sabah oldu. Farkettiklerimizin tesiri, beşinci bardak sudan alınan faydanın marjinalleşmesi gibi azaldı azaldı azaldı. Sonra hiçbirşey olmamış gibi davrandık. Bitti.



Beden formu ile karakter arasında bir ilişki kurulabilir mi sevgili Rasputinlerim? Lombrosso'ya bir selam çakıp, evet kurulabilir demek istiyorum. Örneğin belçukurunda doğuştan gelen bir "ben" olan erkekler, (bu "ben" ama, öldüren öpücük yahuda'nın meryem oğlu isa'yı çok ta şehvetli olmayan bir biçimde öptükten sonra 100 metreden daha uzun engelli çıldırış koşusunun son dönemecinde gördüğü eşek leşi ni andıran bir "ben"e benzemeli.) daha utangaç ve boşanmaya daha yatkınlar bence. Sadece bu örnek bile beden formu ve karakter arasında kurulabilecek bir ilişkinin delilidir bence. 

Yersen.


Tamam. Başka bir örnekle daha zaten eski ve pek sikindirik olan bu iddiayı doğrulamaya çalışayım.
Mesela bir kadın ama yine "ben"leri olan bir kadın. Eğer kadının sırtında ya da başka yerlerinde oldukça fazla "ben" varsa, ve bu "ben"ler belirli bir algoritma ile sıralanmamışlarsa sehven ya da alenen, o halde o kadın oldukça acayip bir kadındır. Gördüğünüz gibi acayip bir karaktere sahip kadınları bir görüşte beden formlarından anlayabiliyoruz. Evet, anlayabiliyoruz.


Bilimselliğimiz burada sona ermiştir. Bir sonraki "eski ve sikindirik iddiaları diriltme" gündemiyle buluşana değin  hoşçakalın oray eğin.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Olric yalvarırım susma.


Şimdi ve burada yaşadığım apartman ile, önce ve orada yaşadığım apartman arasındaki temel farklılıklar ve benzerlikleri düşünmeye başlamam ile günlerdir acısıyla hemhal olduğum sol elinin bileğinin üstü yanan kadının yüreğimi parçalayan, akciğerimin özünü akıtan, geceleri kasıklarımda çok belirgin olmasa da hıyarcıklı veba izlerine -bir sanrı biçiminde olsa da- hummalı  rastlayışlara neden olan gerdanını hayal edişimin denk gelmesi benim için sıradışı bir tesadüf değil. Zira daha önce de çeşitli platform ve iç hesaplaşmalarımda da ayan beyan ifade ettiğim gibi, akan zihnimi durduracak değilim. Önce zihnimin nasıl aktığına delil sayılabilecek kadim bir düşsel sayıltı ile başlamak istiyorum canımlar şehrin insanları.

(Bu arada değinmeden geçemeyeceğim; müslümanlar hayal kurmaz, rüya görür. Yukarıda bahsi geçen düşsel sayıltı bu bağlamda rüya'ya değil, hayal'e göndermede bulunmaktadır. Müslümanların hayal kurmamayı tercih edip rüya görmeleri ve gördükleri rüyayı muteber saymalarının altında yatan saik, hayal'in kişi tarafından hoyratça yapılan bir kurmaca, rüya'nın ise tanrı tarafından organize edilen bir göstermece oluşudur. Akan zihnini durdurmayan buharlı bir aygır olarak doğrusorularısoramayanadam'ın, tanrı tarafından organize edilen ve bir göstermece olan rüya'ya değilde, kendi hoyrat tutumunun bir tezahürü olarak düşsel sayıltılara olan tevessülü, ya rasulaallah'ın sünneti bakımından biçimsiz olabilir. Ya rasulallah ile Ah Muhsin arasında ki farklar beni kendim ile ilgili böylesi bir çıkarım yapmaya iten sebeplerden en önemlisi değildir.)


Her ne olmuş ve nasıl olmuşsa, jinekoloji terminolojisinden fena biçimde etkilenerek, kendi açılamaz ve aşılamaz çelişkilerini vulva, düşük yapmak ya da doğurmak terimleriyle izah etmeye çalışan adamın düşsel sayıltısı:



Size daimi hayız hali düşmüş, bana vulva bile düşmemiş şu sevgilim hayatta. Hayata karşı şu delişmen tavrımın, sözkonusu aşk olunca edebe ve töreye bürünüşü, gayrimeşru yaralarımın tek açıklaması olabilir. Olmayadabilir.
Töreden ve ikinci dünya savaşından önce düşecekse aşk aklıma artık, tüm açıklama modellerimi ve toplum tasarımlarımı yeniden gözden geçirmeliyim. Bana savaşları unutturduğu, bana yasak ama fayrap sevişmelerin ruhsatını sunduğu için birşeye teşekkür etmem biçimsiz olabilir. Olmayabilirde.

Benim de ateşten sözlerim var. Söylesem sizi, sussam beni yakar. Ama madem ateş düştüğü yeri yakar, düşürmem ben de. Ne siz yanın, ne de siz. Eğer sözlerime sahip çıkmayı sürdürebilirsem siz yanık bir kız-oğlan-kız olabilirsiniz. Olamayadabilirsiniz.
Sanırım haklı-haklısın-haklıyız. Vakitsiz okunan ezanın mağdurlarıyız. Ezan hem vakitsiz hem de Türkçe değil en azından. Yoksa tanrıyı kendi lisanımızda anlama gafletine düşer aşkımızdan taş olabilirdik. Olmayadabilirdik.
 (düşsel sayıltımın en şehvetli diyalogları)
Adam: Asıl gittiğinde ne edeceğim bilmiyorum!
Vulvası tam takır: Seni bir de gittiğimde görmek isterdim.

Adam: Bilmiyor musun gittiğinde ne olacağını?
Vulvası tam takır: Biliyorum ama gitmesem de görmesem de olmaz mı?

Adam: Git, ne sevmen kalış sunuyor, ne gidişin ayrılık. O halde git.
Vulvası tam takır: Gidiyorum.

Adam: Görüyorum gittiğini, ama çok uzağa gitme. Bana ikinci dünya savaşı bitti, koynum boş dedirtme. Çok uzağa gitme, üçüncü yeni toplumcu olur, gerçekçi olur alimallah, buna sen bile hayır diyemezsin.
Vulvası tam takır: İlahi Yusuf. Güldürme beni; ikinci yeni ne toplumcudur ne de gerçekçi!

Adam: Seni seviyorum.
Vulvası tam takır: Duymuyorum seni.

Adam: Seni diyorum, çok seviyorum.
Vulvası tam takır: Seni duymuyorum Yusuf.

Sonra yüksek hızlı tiren, yüksek hızından mülhem uzaklaştı gardan. Yusufun kulaklarındaki uğultuya, gardan yükselen anons eşlik etti; koynu boş kalanlar cepheye.
------------------ Düşsel sayıltı burada bitmiştir --------------
Gelgelelim şimdi ve buradaki apartman ile önce ve oradaki apartman arasında ki farklar ve benzerliklere.
FARKLAR:
Şimdiki apartman şimdi, önceki apartman öncedir.
Burada ki apartman burada, orada ki apartman oradadır.
Önceki apartmana özsel varoluş ile türsel yalnızlığı sorgulatan ve insan ruhunu sikerten bir yokuşu aşarak ulaşırsın. 
Şimdiki apartmana ulaşırken sorguladığın şeyler ise yoktur.
                                                                   to be continued.

önemli not: Az önce Rektörlükten aradılar. Rektör yardımcısı beni görmek istiyormuş. Büyük ihtimal gündem de Gulbenkian komisyonu ya da Slavoj Žižek ile Lady'm gaga arasında ki ilişki değil, benim sakallarım ve gömleklerim var. hadi.

12 Temmuz 2011 Salı

Metin Analizi Volume I






































Bu bir metin analizidir. Analiz edilen metinler; masterpiece'lerden, gündelik, haftalık, aylık ve mevsimlik diyaloglardan, gizli gündemlerden ve iyi şiirlerden itina ile seçilmiştir.

Metin 1 (Bir): Bazı şeyler değişir, bazı şeyler asla değişmez.

Analiz: Yazar bu diyalog ile şunu anlatmak istemiştir; dünyada bazı şeyler değişir örneğin,su buz olur, yanan şey kül olur, aşk nefrete, tırtıl kelebeğe, insan böceğe vb. dönüşür. Dünyada bazı şeyler ise asla değişmez, örneğin, bazı sular buz olmaz hep su kalır, bazı şeyler yanmaz hep kendi kalır, bazı aşklar nefrete dönüşmeden hep aşk olarak kalır, bazı tırtıllar kelebek olamadan tırt kalır ve bazı insanlar böcek olmadan kalakalır. Birinci metin analizimiz burada bitmiştir.

Metin 2 (iki): the child is grown the dream is gone.

Analiz: Yazar bu şarkı sözü ile; bir çocuk olduğunu, çocuğun büyüdüğünü, bir rüya görüldüğünü ve rüyanın bittiğini anlatmaya çalışmıştır. Daha analitik olmamız gerekirse, biz büyüdük ve dünya kirlendi, yani çocukluğumuzun düşlerine eşlik eden yaşanabilir dünya, bizim düşlerimizin pornografik içeriğiyle birlikte yaşanamaz bir yer haline geldi. Oysa burada yazarın yanılgısı öncüllerin sıralanışı ile ilgilidir. Dolayısıyla burada şarkı sözüne konu olan çocuğun gördüğü incik, boncuk, kedi, köpek ya da örümcek adam temalı rüyaların yerini, sibel can, sasha grey ya da kahtalı mıçe temalı bazen soft bazen hard pornografik rüyalara bırakması çocuğun büyümesini tetikleyen bir olgu olarak karşımıza çıkar. Öyle ise şarkı sözünü şu biçimde değiştirebiliriz, rüyalar değişti, çocuk bir acayip oldu. Böylelikle ikinci metin analiz ve düzeltme işlemimizi de sonuçlandırmış olduk.

Metin 3 (üç): 
Diyalog ile ilgili kısa ve gerekli bilgiler: 
Bu diyalog, gerçek ama mekan ve zamandan münezzehtir. Analiz edilecek diyaloğun sıradan kişileri; coolkız, düzadam ve the man who with uniform'dur. Diyaloğun bağlamı,okurların hayalgücüne bırakılmıştır. Olayın geçtiği mekan ve zaman hakkında bilgi verilemiyor oluşunun nedeni, kişilerin gerçek olsa da mekan ve zaman'ın olmayışıdır. Olmayan mekan'ın belleği nasıl kirlettiği sorusu ise hep muamma olarak kalacaktır. Muamma olarak kalacak bir diğer husus ise, düzadam'ın yolculuğunun maksadıdır.

coolkız: Sahile geldik. Oturduk. Ben seni düşündüm, sonra sana gelmek istedim. Kalktım. Gitme dedi. Ellerimi tuttu. Gitme dedi. Ben seni düşündüm, benim için geldiğini, beni özlediğini, beni görmek için burada olduğunu. Bana gitme dedi. Ayaklarımı tuttu. Gitme dedi. Sonra ben seni düşündüm. Gitme dedi. Ayaklarımı tuttu. Ellerimi tuttu. Gitme dedi. Seni seveceğim dedi. Hep yanında kalacağım dedi. Gitme dedi, ellerimi ve ayaklarımı tutarken. Gözlerime bakarak gitme dedi. Ellerimi ve ayaklarımı tutarken gözlerime baktı, seni seveceğim, gitme dedi. Ben seni düşündüm, beni beklediğini düşündüm. Sonra ben geldikten sonra sana, senin gideceğini düşündüm. Sonra gitmedim, yani sana gelmedim. Gelmedim çünkü sen, ben gelsem de gidecektin. Sonra ayaklarımı tuttu, gitme dedi. Gitmedim. Gitmedim, yani sana gelmedim, çünkü beni hasta ediyorsun. Çünkü benim ayaklarımdan tutmuyorsun. Bana gitme demiyorsun geldiğimde. Gözlerime bakarken beni sevdiğini söylüyorsun ama ayaklarımdan tutmuyorsun. Beni ayaklarımdan tutmadığın sürece seni istemiyorum.Gelme.

düzadam: Keşke seni dinlerken denize bakmasaydım da belleğim kirlenmeseydi.

the man who with uniform: uygunsuz olmayın!

düzadam (coolkız'a bakarak): Kimseyle münakaşa etmek istemiyorum. Meskun mahallerde sevişmek kadar ağlaşmak ta yasak.

düzadam giderayak the man who with uniform' a döndü ve dedi ki, -sevişmedik, sadece ağlaştık.

Analiz 3(üç): Bu diyalog şimdilik analiz edilememektedir. Bu diyaloğun analiz edilememesinin nedeni zaman ve mekan'a dair bilginin olmayışı ile ilgili olabileceği gibi, olmayadabilir. Yanısıra diyalog esnasında geçen "belleğin kirlenmesi" durumu analizi güçleştiren bir ifadedir. Analizi zorlaştıran nedenler arasında coolkız'ın ifadelerinin kısa, net, çok açık ve sözcüklerine gözyaşı bulaşmış olması sayılamaz. Bu nedenle analiz noktasında tıkanmamızın coolkız ya da rolü gereği the man who with uniform ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Bu diyaloğu yazılı olarak analiz edemeyişimizin nedeni düşünsel analiz sürecinin henüz bitmeyişi de olabilir. 

beni düşük yapan kadınlara sesleniyorum: rahminiz düşsün.


sabırlı olmalıyız canlarım sabırlı olmalıyız hayalarımız buruluyor olsa da kursağımız nasır tutsa da erken ya da geç boşalsak ta beklediğimiz terfi ve zammı alamasak ta kadın analarımız ağustosun 48 derecesinde biz kanepede kestirirken koltuğumuzun altına evdeki en kıllı battaniyeyi sürtmek yoluyla kıvılcım çıkarsa da geleceğim diyenler gelmese de bizi doğurmaya söz verip sonra bizi düşük yapsalar da vulvası tam takır kadınlar sabırlı olmalıyız sabırlı olmalıyız çemçükağızlılarım sasha grey bir daha film yapmayacak olsa da brazzers şifrelerini bulmak eskiye nazaran daha zor olsa da ve bazen yılıyorsak hayata karşı ısrarla ve sebatla ve inatla sabırlı olmalıyız hiç olmadığımız kadar şimdi birkaç sinkaflı cümle kurup gidip sabırlı olmalıyım çok kıymetli taşbebeklerim apartmanımın tüm erkekleri cicişlerinizden öpüyorum hadi gidin sabırlı olun

karamazov kardeşler pide salonu




sevgili apartmanımlar sakinlerim bugünü tümel yargılara varma günü ilan ediyorum evet ediyorum genellemelere boğmak istiyorum benim dışımdaki herşeyi hayatı genellerken kum pistte yarışa tutuşmuş atların üzerinden çıkan buharlardan çıksın istiyorum uzaktan bakıldığında aygır gibi görünen bedenimden evet bedenimden bence her erkek buharlı bir aygırdır böylelikle ilk tümel yargımıza ulaşmış bulunuyoruz sevgililerim canlarım dün gece hiç tanımadığım bir erkeğe sırf bir aygıra benziyor diye binmek istedim adam irkildi sonra da dört nal uzaklaştı benden üzüldüm beni beğenmediğini zannedip kendimi kahrettim ama 5 dakika sonra toparlandım bu kez sesleriyle uyanmaya alışık olmadığım martılara sapanla taş atmayı arzu ettim sonra sapanımın olmadığını farkedip bir tekel bayiine girdim içeride gözlerim tekelci ahmet abiyi aradı ahmet abi o gün izinliymiş ben de not bırakıp çıktım 5 dakika geçti ya da geçmedi ki aklıma hilal cebeci geldi pampişlerim vurgu yapacak başka bir şeyi olmadığında kadınların memelerine ya da kukularına dört elle sarıldıkları tümel yargısına ulaştım böylelikle ikinci tümel yargımıza da ulaşmış bulunmaktayız sakin sakin apartmanda yaşayan aşkitolarım bu yargı beni çok yordu terledim sonra duşa girdim suyun altında tripten tribe girip filmlerdeki gibi duşun altında düşünen adamlara benzetmeye çalıştım kendimi ama olmadı mal mal çimdim çıktım düşünürken de aklıma bi bok gelmedi aç olduğumdan başka sonra bağımsız avrupa sinemasına bayıldığım için kendimle gurur duydum duş sonrası kulaklarımın içini duştan önce çıkardığım tişörtümü işaret parmağıma geçirip temizlerken bu gurur duyuş ruhumu okşadı bu okşayış güzel bir hareketlenmeye neden oldu naif bedenimde bedenim komple erekte oldu zihnimden kaynaklı bir ejekülasyon durumunu engelleyemedim hemen abdest alıp istiğfar ettim günaydın panpalarım hadi gidin ve genelleyin herşeyi